Karanlıkta Görmek, Aşık Veysel’in Gönül Felsefesi
Bazı insanlar gözleriyle görür, bazıları ise kalpleriyle. Aşık Veysel, ikinci gruba ait olanlardan biriydi. Çocuk yaşta karanlığa gömüldü, ama bu karanlık onun dünyasını daraltmadı. Gözleri kapandığında, içinde başka bir pencere açıldı: Gönül gözü. Belki de bu yüzden Aşık Veysel, yalnızca görmekle değil, anlamakla ilgilendi; insanı, toprağı, hayatı ve ölümü o derin pencereden seyretti.
“Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece…”
Bu sözler, onun insanlığa sunduğu en büyük hakikatlerden biridir. Hayatı bir han, bir konaklama yeri olarak görmesi, hem basit hem de derin bir hikmet taşır. Aşık Veysel, bu hanın içinde yalnızca geçici bir yolcu olduğunu bilir ve bunu dile getirirken bizi de bu farkındalığa çağırır. Peki, biz o hanın içinde gerçekten görebiliyor muyuz? Yoksa gözlerimizin gördüğüyle yetinip derinlerde yatanı kaçırıyor muyuz? Veysel, tam da bu soruların cevabıydı: Görmek, yalnızca göz işi değildir; görmek, anlamaktır.
Aşık Veysel’in karanlığı bir ıstırap değil, bir rehberdi. Gözleri göremediğinde, onun dünyası genişledi. İnsanların yüzlerinden çok seslerini, toprağın renginden çok dokusunu, varlığın kabuğundan çok özünü gördü. İşte bu yüzden onun “görüşü” asla sıradan değildi. O, dünyayı hem içeriden hem dışarıdan görmeyi başaran nadir ruhlardan biriydi. “Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa…”
Veysel, aşkı bir varoluş biçimi olarak yaşamıştı. Bu aşk, yalnızca insana değil; toprağa, doğaya, hatta hayata ve ölüme duyulan bir aşktı. İnsan, aşk olmadan güzelliği göremezdi; çünkü aşk, o güzelliği anlamlandıran yegâne güçtü. Aşık Veysel’in sözleri, modern dünyanın kaybolmuş ruhuna bir aynadır. O aynaya baktığımızda, güzelliğin gözlerimizde değil, kalplerimizde saklı olduğunu fark ederiz.
Onun hayatı bize şunu öğretiyor: Engeller yalnızca fiziksel değildir. Asıl engel, kalbin ve zihnin körlüğüdür. Aşık Veysel, bu körlüğü aşmış ve bizlere “görmenin” hakikatini öğretmiştir. O, karanlıktan aydınlık meydana getirmiş, eksiklikten zenginlik çıkarmış bir bilgeydi.
“Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?”
Bu dizeler, onun insanlığa olan eşsiz bakışının bir özeti gibidir. O, insanı ayrıştıran değil, birleştiren bir gönül işçisiydi. Bizleri farklılıklarımızla değil, ortak varlığımızla görmeye çağırıyordu. Aşık Veysel, hepimize insan olmanın esasını hatırlattı: Sevgi. Çünkü sevgi, körlüğü dahi görebilen bir ışık meydana getirir..
Bugün Veysel’i hatırlarken, onun bize gösterdiği yola daha dikkatli bakmalıyız. Çünkü asıl körlük, onun hakikati görebilen gözlerine kör kalmaktır. Gönül gözüyle baktığımızda, onun sözleri bizi karanlıklardan çıkarıp ışığa taşır. Ve Veysel’in dediği gibi: “Sadık yarim kara topraktır.” Toprak, tüm zenginliği ve sadeliğiyle bize Aşık Veysel’i hatırlatır. Çünkü o, toprağın özünden, hayatın anlamından ve insanın hakikatinden konuşan bir dervişti.
Aşık Veysel’in kalbinden gelen ışık, bizlere şu çağrıyı yapıyor: Gözlerinize değil, gönlünüze güvenin. Çünkü asıl hakikat orada saklı.